Ekim 29, 2010

Siyah Gri Beyaz


"Dans neden güzeldi?

Çünkü dans, özgürlüksüz bir harekettir. Çünkü dansın temel anlamı tümüyle estetik bağımlılığında, ideal özgürlüksüzlüğünde yatar."

Yukarıdaki bu cümle Zamyatin'in "Biz" isimli kitabında geçiyor, cümleyi kuran D-503.

Acaba haklı mı?

D-503'ten bahsedeyim size biraz. D-503, 26.yüzyılda uzun ve sancılı bir süreç sonucu kurulan tek devletli "modern" dünyanın bir "sayı"sı. D-503, aynı saatlerde uyumak, aynı saatlerde uyumak, aynı saatlerde yürümek(yürümek onun tek zorunlu ihtiyaç dışı aktivitesi), belirli saatlerde belirlenmiş kişilerle belli bir süre içinde sevişmek zorunda kalan biri. Devletinin ona dayattığı ideolojinin çerçevesinden dışarı çıkamıyor, aykırı bir şey düşünemiyor. Tıpkı yaşadığı dünyadaki diğer tüm "sayı" yurttaşlar gibi, bir makinenin çarklarından biri. Robot. Mekanik. Aynı.

D-503, çok mutluydu.
Acaba haklı mıydı?

Öyle iki soru ki, ikisini de aynı mantığa dayandırarak cevap verebilirsiniz. Öyle iki soru ki, verdiğiniz iki cevap çelişebilir ve her ikisinde de yanlış cevap vermiş sayılmazsınız.

Kesin çizgiler... Ah o kesin çizgiler... (değineceğim)

Yazının başında sorduğum sorulara gelirsek, hayır şimdi onları ben cevaplamayacağım. "Adam haklı beyler" demek dışında, insan hakkında yapılan her haklılık değerlendirmesi absürd bir şey bence. Sana göre odur, bana göre odurdan öte çok daha kapsamlı bu. Mutluluğu tartışıyoruz değil mi? Mutluluğu ben nasıl anlıyorum mesela, orda yaşayan o gözle bakan sen neyle mutlu oluyorsun? Ordaki insan mutlu olduğunda ne hissediyor, sen ne hissediyorsun? Mutluluğun kaç değişik tanımı var, hadi biz tartışıp genel bir tanımda anlaştık diyelim, peki yapılmayan ve yapılmayacak olan tanımlar hakkında ne demeli? Mutsuzluktan mutluluk çıkaran, kendilerini mutlu edecek şeyin aslında mutsuz ettiği insanlar peki, onları işin içine katmayacak mıyız, düşünce deryasına kendi iç gözümüzün teleskobuyla mı bakacağız? Hayır, ben gözümü teleskoptan çekerek bakacağım bu yazıda. Herkesin bakınca aynı göreceği şekilde.

Ah o kesin çizgiler... (değiniyorum) Bu böyledir, şu şöyledirler, doğrusu budurlar... Bu budurlar... Siyah, gri ve beyaz renklerinden sadece ikisini tanıyor olmak... Tüm bunların toplumsal ilişkileri bozup fanatizmi körüklemelerini geçtim, insanın ufkunu köreltiyor bunlar, bunlar; insanın sonsuzluğa giden düşünce kıvrımlarını ortadan kesip, insanın doğasında irrasyonellik yaratıyor adeta...

Hadi bizim D-503ü konuşalım biraz. D-503 "Biz"'de, bulduğu her fırsatta kendisinin ve diğer tüm "sayı"ların mutluluğundan bahsediyordu. Mutlu ve yaşamından memnun olduğunu sürekli söyleme ihtiyacı hissedenler neden söylesinler ki, günlük yazan insan sayfalara yalan yazar mı? Basbaya mutluydu işte. Zorunlu kılınan, belli değerler kendisine kabul ettirilmiş ve bu "kabul ettirilmiş"leri kabul etmiş, ve o değerlere tüm varlığıyla sahip çıkmaktan zevk alan bir insan neden mutlu olmasın ki?

Mutlusun, yaşadığın her saniye her an. Kurallara sadık kalmaktan büyük bir zevk duyuyorsun. Kendi inanışların ve doğrularınla (her ne kadar bunlar empoze edilmiş olsalar da, onların senin için doğru olduğu bilgisiyle yaşamaktasın) hayatına devam ediyorsun, onları koruyarak, onları hayatında yaşayarak. Olan biteni sorgulamıyorsun çünkü sen zaten olandan memnunsun, neden sorgulayasın ki?
Bu mutluluğu düşün, yanında aşk yok, isyan yok, kavga yok, çelişki yok, serbestlik yok. Kuralsın, kalıpsın. "Ne denilirse o"sun. Ama "o" olmak ve herkesle aynı olmak kadar mutlu eden bir şey yok bu dünyada seni. Her sabah uykundan yüzün gülerek uyanıyorsun, şükrediyorsun.

Bu siyah.

Özgürlük, özgürlük diyoruz. Sonsuz özgürlük diyoruz, devletten nefret ediyoruz, çünkü devlet bir zor aracı ve bizi bir makinanın çarkları yapmak istiyor, özgürlüğümüzü kısıtlıyor. Kuralsız yaşamak istiyoruz. Anarşizm diyoruz. Ne gerek var ki kalıplara, sınırlamalara, herkes istediği gibi istediğiyle sevişebilsin diyoruz. Tüm hükümetlere ve "zor" devletlere lanet ediyoruz, hepsinin canı cehenneme, evet! Bizi köleleştirmeye çalışıyorlar, tek tip yapmak istiyorlar. Bir düşünsenize; bizi denetleyen, bizi yasaklayan, sonsuzluığumuzu basit bir alana indigeyen bir yapı, bir sebep yok. Özgürüz, her şeyde özgürüz.

Bu beyaz.


Beyaz kulağa güzel geliyor... Ama bir düşünün. Kuralın, devletin, biraz "zor"un olmadığı bir yerde beyazın yolu karanlığa çıkmaz mı? Yaşam "beyaz" olsa okul koridorlarında gizlice sigara içmenin tadına varamayacak mıydık, arkadaşımızla geceleyin bir "yasaklı bölge"ye girdikten sonra gardiyanlar tarafından farkedilip kahkaha ata ata can havliyle kaçamayacak mıydık dışarı, ertesi gün arkadaşlarımıza bunu ballandıra ballandıra anlatamayacak mıydık?  "Arındırılmış" insan değil mi bu, sonsuzluk yeter mi bu insana? Kendi sonsuzluğundan çıkıp, başka bir sonsuzu işgal etmez mi?
Bir düşünsenize, V for Vendetta'daki devrimden sonra, ne başladı? Ne oldu, ne olabilirdi?

Hooop siyaha boyadık. Mutlu, yaşamaktan mutlu ama sorgusuz. Ben siyahı anlatırken o tablodan iğrenen hepiniz siyahta çok mutlu olacaktınız, orayı çok sevecektiniz. Orada okusaydınız ne iğrenmesi bu, asıl sen kendinden iğren! diyecek kadar benimseyecektiniz siyahı. Ama siz bunları siyahtan okurken hepiniz aynı şeyi anlayacaktınız yazıdan, ben size "Mutluluğun resmini çizin!" dediğimde elime bir resmin yüzlerce binlerce kopyası gelecekti sadece. Güneşe baktığınızda, sadece güneşi görecektiniz. "Siz beni kovmuyorsunuz, ben istifa ediyorum" diyemeyecektiniz, çünkü siyahın sözlüğünde "ben" diye bir sözcük olmayacaktı.

Ne siyah, ne beyaz. İnsan gridir. Yaşam gridir. Gri bizim ruhumuzken, neden küstüğümüz insanı affetmemekte direniriz? Neden biz zenginleşirken, başkasının fakirleşmesini izleriz gözümüzle, neden? Sosyalistken neden kapitalist öğelerin her lafı geçtiğinde "kahrolsun"dan başka bir şey demeyiz, kapitalistken neden işçiler bizim için bir kum torbasından farksız olur? Galatasaraylıyken neden Fenerbahçelisine söveriz? Bugün birinin "başına bir şey gelirse ona sahip çıkacak dostu" iken, yarın neden ondan nefret ederiz? Nasıl olur da "aşk evliliği mi mantık evliliği mi?" diye sorar, cevabının ve sonucun iki seçenekten oluştuğunu düşünürüz, ne saçma!

Evet, dans özgürlüksüz olduğu için güzel. Özgürlüksüzlüğün içinde sonsuz özgürlük yaratabildiğimiz için güzel. Hayat, karanlık bir tünelde el feneriyle ışık tuttuğumuz, parlak aydınlıktaki güneşe bakarken gözümüz ağrıdığında gözümüzü elimizle örtebildiğimiz için güzel. Siyahla beyazın karışımından dans doğduğu için gri güzel.

Ekim 18, 2010

İki İstanbul


Ankara'da hava çok soğuk bu gece,
Dört duvarın ikisinden giriyor soğuklar boğazıma
Ve sen, güneşli bir yaz günü kadar uzaktasın şimdi bana
Belki bir bulutsun.
Uzaktasın, yaklaşabiliyorum, ama dokunamıyorum,
sanırım rüyadan uyandım..
Yeniden uyumak istiyorum.
Ya eğer sen İstanbul'san, bugün bana uzakta, yarın yakındaysan..
Hala olduğun yerdeysen, dünya sürdükçe sonsuza kadar olduğun yerde olacaksan
Eğer İstanbul'san, İstanbul tüm sıcaklığıyla içine çeksin beni
Işıklar şehirden eksik olmasın,
İstanbul'u yaşadığım yerlerden geçerken,
Anılar fısıldasın, gelecek sır versin
Sonra dört bir yanına yeniden surlar inşa edilsin istanbul'un
İstanbul olayım birden...
Dünya yok olana kadar, aynı yerde
İki istanbul arası vapurlar, dünya yok olana kadar sefer yapsınlar..
Dünya yok olana kadar her sabah atılan her ekmek parçasını havada kapsın martılar, iştahla.
Bir de surlar inşa etmiştik değil mi İstanbul'a?
İşte o surların içinde, İstanbul'un iki yanı da olsun..
Çünkü İstanbul'u İstanbul yapan, iki İstanbul'dur...